Papağana işkence yapan tek kişi değil

Güncel
Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı 3ae7e5a7309867dd95dd2b8419331a7a_400x400.jpeg
ABDULLAH AĞIRKAN

Ölen bir toplum analizi…

Papağanına işkence eden adamın katıldığı yarışma programını merak ettim, on dakika dayanabildim. İşkencenin değişik türleri var, o program da bayağı bir işkence. Acun’un marifetiymiş program, herkes birbirine eziyet çektiriyor. Not verip ahkam kesenler yarışmacılara, yarışmacılar izleyiciye… Tersi de geçerli, yarışmacılar jüriye (ya da onlar kendilerine ne diyorsa işte), izleyiciler de yarışmacılara… Çünkü belli ki yarışmacılar türlü acayipliklerle televizyonun karşısına kurulanların ilgisini çekmek durumunda.

Bütün bu saçmalıkta tek bir “masum” var, papağan!

Saçma sapan televizyon programlarını yapan, bunlardan para kazanan, bunları izleyen, bunları meşrulaştıran herkesin dahli var papağanın çektiği çilede. Adamın ruh sağlığı bozukmuş filan bilmiyorum, bildiğim, bu türden programlarla herhangi bir ilişkisi olan herkesin ruh sağlığı zaten tehlikededir.

En iyisi zaten televizyon seyretmemektir. İşler bu noktaya gelmeden yıllar önce bile, “televizyon seyretmemek” anlamlı bir tavırdı. Yoksulların tek eğlencesinin ekran karşısına geçmek olduğu koşullarda kimilerine elitist bir tavır gibi gelirdi ancak farkında olanların bazen kendilerini ayırmaları gerekir. Nitekim biraz da elitizm diye diye geldik bugünlere…

Yıllar önce doğru düzgün yarışma programları vardı, para için katılınmazdı bunlara… Örnek olsun, Halit Kıvanç gibi bir usta zerre cıvıklık yapmadan yönetirdi o programları… Sonra hayal meyal hatırlıyordum, şimdi tekrar baktım, Hangisi Doğru diye bir yarışma; Olcay Poyraz, Göktay Alpman ve Üstün Savcı gerçekten iyi kullanmış oyunculuklarını, zaman bulursanız izleyin.

Siyah Beyaz “devlet televizyonu”ydu TRT o zamanlar. Renkli ve özel televizyonlarla çağ atladık ve o sırada Türkiye toplumu tarihin en kapsamlı “çürüme” sürecinin içine sokuldu. Öncesinde de kapitalizm hüküm sürüyordu, ülkede sömürü çarkı dönüyor, yoksulluk diz boyuydu ama toplumda ayağa kalkışa enerji olacak bir dirilik ve birikim de mevcuttu. Hakkını arayan işçi, halkına karşı sorumluluklarını yerine getiren aydın buradan güç alıyordu.

12 Eylül asıl darbeyi buraya vurdu. Bir yandan solu bitirmek ve toplumu örgütsüzleştirmek için çabalarken diğer yandan da Türkiye’nin beşeri kaynaklarını kötürümleştirmek için kapsamlı bir operasyon yürüttü. Popüler kültür alanına ne giriyorsa, ideoloji üreten hangi mekanizma varsa orayı paraya ve seviyesizliğe boğdular. Solcular, devrimciler değildi tek hedef. Solcunun, devrimcinin yararlanacağı ne varsa; güzel olanı, gelişkin olanı, adil olanı, bilimi, sanatı adım adım öldürdüler. Münir Özkul ve Adile Naşit’e bugün insanlar imrenerek bakıyor. Aziz Nesin’i çıkaran ülkede mizah, Lefter’i, Metin Oktay’ı, Metin Kurt’u yetiştiren ülkede futbol bitti. Şimdilerde akıntıya karşı direnen edebiyat, müzik, sinema, tiyatro insanını yok etmek için akıl almaz bir savaş yürütüyorlar.

Çünkü patron sınıfı bütün dünyada radikal bir karar verdi: Bu düzenin sürmesi için kitaptan, müzikten, sinemadan, spordan, akıldan, bilimden mahrum bırakılması gerekiyor insanların. Denecek ki, bütün bunlar gelişmiş ülkeler için geçerli değil. Hayır, böyle düşünen yanılır, her yerde muazzam bir geriye düşüş var, kültür-sanat para getirdiği sürece “yaşatılıyor”, hem de özenli bir sansür mekanizması işletilerek. Acun’un programlarının aklı “gelişmiş” ülkelerden geliyor, her yerde aynı pespayelik. Kapitalizm cahil, itaatkar, ahmak insan istiyor ve bunu yaratıyor.

Buna direnilecekse, “farkında” olanlar sığlığa direnmek zorunda. “Ne yani hepimiz klasik müzik mi dinleyeceğiz” türünden sorular da bu ahmaklığın parçası. Evet “farkında” olanlar “farklı” durmak ve direnci yaymak zorunda. Popüler kültür alanının vıcık vıcıklığına, sosyal medyanın insanları baştan çıkarmasına, dilimizin bozulmasına, iyi ve gelişkin olanın hızla değersizleşmesine direnmeden neyin mücadelesi?

Bir ülkenin devrimcisine arabeskin halk müziği, Behzat Ç’nin de başkaldırının dizisi olduğu kabul ettirilirse o ülkenin Cumhurbaşkanı da “Haddini bil haddini. Bilmezsen haddini, bu millet patlatır enseni” demekten hiç sıkılmaz. 

Sonra da hep birlikte papağana işkenceyi konuşuruz…

Kaynak..

Kemal OKUYAN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir